Lilypie Fourth Birthday tickers

15 Ocak 2015 Perşembe

"Diken Üstünde Annelik Yapmayalım"

Başlıktaki bu cümle, Aylin Anne'ye ait. Aylin Anne, pek çoğunuzun tanıdığı gibi, çok yönlü bir kadın. Hem anne, hem özel bir öğretmen, hem seminerler verip anneleri, velileri yönlendiren, onlara yardım eden bir rehber, hem hurriyet.com.tr yazarı, hem blog yazarı, hem de buradan bir tüyo vereyim, şu sıralar bir kitap yazıyor. 

14 Ocak'ta 0-6 yaş çocuk gelişimi ile ilgili bir seminer vereceğini duyduğumda, artık Ege'nin de rahatlıkla akşamlarını babayla geçirebildiği ve onunla uyuyabildiği bir döneme girmemiz dolayısıyla, hemen kayıt yaptırdım ve gitmek istedim. Hem annelikte neleri doğru neleri yanlış yapıyorum, profesyonel ve bilinçli bir ağızdan öğrenmek, hem de yanlışlarım var ise, nasıl düzeltebilirim bir fikir edinmek veya yönlendireceği kitap/uzman/davranış tipi vs duymak için. Tabii bir de, sosyal medyadan ve yazılarından takip ettiğim Aylin Anne'yle tanışmak istedim.

Öncelikle hemen söyleyim, Aylin (Hanım demiyorum çünkü sebebini birazdan yazacağım) tam da sosyal medyadan göründüğü gibi biri. Yani çok tatlı, çok sempatik, çok zarif, olduğu gibi görünen rol yapmayan, hava atmayan, kendini yukarıda görmeyen, kimseyi küçümsemeyen ve de paylaşmayı çok seven bir kadın. 3 saatte hemen bunu anladın mı derseniz, evet bence 3 saat bunu görebilmek için yeterli bir süre. İlk intiba gerçekten önemli neticede. Sıcak ama vıcık vıcık değil, yeterli mesafeyi koruyor, bence doğrusunu da yapıyor. 

Seminerde pek çok konudan bahsetti, çoğunu maalesef bir-iki cümleyle geçmek zorunda kaldı. Çünkü konu çoktu, zaman yoktu. Bence zaten tüm bu annelik meselelerini konuşmak için yıllar gerek. Zaman hiçbir seminerde, hiçbir sohbette hiçbir şekilde yetmez bize :)

Seminer 2 saat sürecekti ama sorular cevaplar paylaşımlar örnekler derken 3 saati buldu. Genel olarak neler konuşulduğunu yazacağım. Ama herkesin aklında bence en çok şu fikir kalmıştır, "anneliği diken üstünde yaşamayalım, kaygılarımızı azaltalım". Kaygısız insan olmuyor tabii ki doğamız gereği, ama fazla kaygı hem bize hem çocuğumuza hem de çevremize zarar veriyor. Çünkü en çabuk bulaşan şey, anneden çocuğa geçen kaygı imiş. Çocuklar ve bebekler, annenin yüzünden ve sesinden kaygıyı anında hissedebiliyorlar. Gerçekten, Ege benim kaygımı, sinirimi ya da mutluluğumu rahatlığımı anında hissedebiliyor ve tavırları ona göre değişiyor. Bunu çok gözlemliyorum. 

Günümüz annelerinin (Z kuşağı anneleri) yegane ortak derdi bu, "acaba çocuğuma yetebiliyor muyum, acaba onu doğru yetiştirebiliyor muyum, acaba onun psikolojisinde travma yaratıyor muyum" ve benzer kaygılar... Hangimiz söyleyebiliriz ki çok çok rahat anneler olduğumuzu? 5 konuda rahat olsak, 3 konuda kaygılıyız maalesef. Ama bizi yetiştiren nesil, yani annelerimiz bizden daha rahatlarmış, bize bağırmışlar da, bazıları dövmüş bile, hatta sanırım bizim kuşaktan olup da uzaktan fırlatılan terlik yemeyen yoktur :) hiç birimizin bu sebeplerle çok büyük ve kalıcı travmalar yaşadığını sanmıyorum (istisnalar kaideyi bozmaz deyip devam edelim). O yüzden, şunu unutmayalım, çocuğuna bağırmayan anne yoktur. Hepimiz insanız ve bazen panik anlarında veya stresli zamanlarda refleks olarak veya bir şekilde çocuğumuza haklı-haksız bağırabiliriz. Bu bağırmalar ille de travma yaratacak diye bir şey yoktur diyor Aylin Anne. Bağırmaların yeri, dozu, sıklığı önemlidir. Çok abartmadan bazen bağırabiliriz elbette. Ama sonrasında çocuğumuza neden ona bağırdığımızı, mesela neden korktuğumuzu neden panik olduğumuzu vs sakin bir şekilde açıklamalıymışız. Anne-çocuk ilişkisi, aynı zamanda en kolay tamir olabilen ilişki imiş.

"Çocuk büyüdükçe dertleri de büyür" derler ya büyükler, hepimiz duymuşuzdur bu sözü. Çocuk büyüdükçe onun üzerindeki kontrolümüz azalır. Dolayısıyla kaygılarımız artar da ondan! Bu yüzden annenin zihinsel etkinliğinin yüksek olması gerekiyor. Çocuk büyüdükçe daha çok ihtiyacımız olacak :)

Anneye güvenli bağlanma, bir insanın hayatında önemli bir rol oynuyor. Bunu artık her yerde okuyor, biliyoruz. Bunu nasıl yapacağız? Aylin Anne, "attachment parenting" akımını savunan diğer uzmanlar gibi, en azından ilk 6 ay bebekle aynı odada uyumayı tavsiye ediyor annelere. Aslında burada esas olan, bebeğin ihtiyaç duyduğu anda annenin ona ulaşması. Yani bebekte, "ne zaman çağırsam annem yanımda oluyor" güvenini yaratmak. Dolayısıyla aynı odada uyurken, bu, anne için daha kolay oluyor, o sebeple bunu öneriyor. Mesela ben, Ege doğduğu zamanki evimiz çok küçük olduğu için ve Ege'nin yatağı bizim odaya bile sığmadığı için onunla mecburen aynı odada yatamadım. Ege salona kurulu yatağında yattı, ben kendi yatağımda. Neden yatağına almadın da diyebilirsiniz, ama ben sezaryen yaptım ve ilk günlerde dikişlerimin acısı sebebiyle yanıma almadım. Sonra da bebeğimi ezerim, üstüne yatarım korkusuyla yanıma aldığım zamanlarda bile "diken üstünde" yatmaktan uyuyamadım. Ama benim uykuya ihtiyacım vardı, Ege'ye süt olması için uyumam gerekiyordu. O yüzden onu yatağında yatırdım. Ama ne zaman gık dese uyandım ve "ışınlandım" diyebileceğim bir sürede yanında oldum, kucağıma aldım. Hatta bazen daha Ege uyanmadan, kıpırdandığında çarşaftan çıkan sese uyanıp yanına gidiyordum. Bakıyordum ki uyanmamış, ben yanına gittikten sonra uyanıp karşısında beni görüyor ve gülümsüyordu :) Ben de hemen kucağıma alıp emziriyordum. Uyuyana kadar kucağımdan indirmiyordum, ne zaman istese, benim yanında olacağımı biliyordu. Bence bu da aynı odada uyumakla aynı etkiyi verdi Ege'ye.

Çocuk gelişimi aşamalarından da bahsetti Aylin Anne. Bebeklerin 12 aylıkken yapmaları gerekenler, ya da ne bileyim 18 aylıktan 6 yaşa kadar yapabiliyor olmaları gereken şeylerden. Bunları ilgili kitaplardan da okuyabilirsiniz, buraya detaylıca yazamayacağım, yerim yok çünkü. Ama size bir tüyo, çocuğunuzun gelişimini takip ederken bakmanız gereken şey, akran ortalamasını tutturup tutturamadığı imiş. Tabii ki her çocuk aynı değil, kimisi 11 aylıkken yürür, kimisi 15 aylıkken, ya da birinin dişi 3 aylıkken çıkar (evet var öyle bir arkadaşımın bebeği!) birinin 12 aylıkken. Ege'nin de 10,5 aylıkken çıktı mesela ilk dişi. Ama genel olarak bazı gelişim evrelerinin, akran ortalamasını tutturması beklenirmiş. Dil gelişimi ya da motor beceriler gibi. Gerektiğini düşündüğünüzde bir uzmana danışmaktan çekinmeyin lütfen.

Aylin Anne de benim düşündüğüm ve gebeliğimden beri hep yaptığım, gebelere de önerdiğim şeyi önerdi: Yaşayacağınız dönem henüz gelmeden, o dönemle ilgili araştırın okuyun bilgi edinin. Güvendiğiniz annelere sorun, gözlem yapın, öğrenin. Yaşayacağınız dönemin sorunlarına hazırlıklı olun. Ben bunun faydasını çokça gördüm açıkçası. Okumaktan bilgi edinmekten bir zarar görmedim. Sadece bazen, insan okuduğu her şeyin kendi başına da mutlaka geleceği yanılgısına kapılıyor, ama onu da çabuk atlattım. Mesela, o kadar çok postpartum depresyon deneyimi okudum ki, benim başıma ne zaman gelecek diye diye bekledim, ama çok şanslıyım ki benim başıma gelmedi. Her kötü tecrübenin sizin de başınıza geleceğini düşünmeden, sadece bilgi edinip, "gerektiğinde kullanılmak üzere" beyninizin arka odasında depolarsanız, sizin için ballı kaymak olur :)

Ege, ikinci yaşının içinde. O yüzden benim algıda seçici davrandığım konu, 2 yaş sendromu. Bu konuyla ilgili neler yapılabilir, sorunlar nasıl aşılabilir, bu konuyu araştırmaya başladım son zamanlarda. Aylin Anne de bu konudan bahsetti, birkaç da kitap önerisi oldu (Harvey Karp, Pınar Mermer ve Adem Güneş gibi). 2 yaş sendromuyla ilgili sihirli bir değnek varmış: Sakin olmak! Evet, bu sihirli değneği uygulamak zor ama etkisi en çok olan yöntem tabii ki. "Ben kendimi gerçekleştiriyorum" çabasında olan bir 2 yaş çocuğuna bağırıp çağırmak, yasaklar koymak, çok katı disiplinlerle yaklaşmak maalesef istenilen etkiyi yaratmaktan uzak kalıyor. Aksine, öfke nöbeti geçiren çocuğumuza, ancak sakinliğimizi koruyarak yardımcı olabiliriz diyor Aylin Anne. Çok basit konulardan bile ağlama krizlerine giren çocuğunuzla aynı odada fakat kol mesafesinden daha uzakta durarak, "lütfen burada dur ve kollarını bağla, sakinleşmeye çalış, ben şimdi sayıyorum, sinirin geçince konuşalım" demek ve çocuk sakinleşene kadar yavaşça sayı saymak faydalı olurmuş genelde. Bu tabii anne sakinse yapılabilecek bir yöntem. Elbette hepimiz insanız, biz de çok sinirlenebiliyor ve bazen kendimize hakim olamayabiliyoruz. Böyle durumlarda, çocuğu başka yere göndermek, bir odaya kilitlemek, veya başka türlü bir ceza vermektense (bunları asla yapmayın!), annenin mesela banyoya gitmesi ve elini yüzünü yıkaması, çocuğun bulunduğu odadan ayrılması daha iyi bir seçenek. Bu esnada bizim çocuktan daha önce sakinleşebilmemiz için (yani illa daha önce biz sakinleşeceğiz diye birşey yok elbette ama çocuk durulduktan 3 saat sonra sakinleşebiliyorsak orada bir sorun var demektir) su ile uğraşmak elektriğimizi alıp bizi rahatlatacaktır. 

Bu konuda daha çok araştıracağım, yeni şeyler öğrendiğimde, ya da deneyimlerim yeterince çoğaldığında yine yazarım. 

Son olarak, çalışmayan annelerin en çok sorduğu soruya yer vereyim ve seminer notlarımı tamamlayım. Çalışan anneler, bir şekilde mecburiyetten bebeklerini birilerine bırakıp onlardan günün belli bir zaman diliminde ayrılıyorlar. Bebekler de buna alışıyor. Bu sebeple bizler gerektiğinde bebeklerimizi daha kolay bırakabiliyoruz birkaç saatliğine ama çalışmayan annelerin meğer ortak derdi buymuş. Bebeğin anneye yapışması ve anneyi göndermek istememesi, anne gittikten sonra arkasından ağlaması. Ayrılma kaygısının da diğer kaygılar gibi, daha çok anneden bebeğe geçtiğini söyledi Aylin Anne. Siz, "bebeğimi bırakacağım aman allahım ben ne kadar kötü bir anneyim" ya da "bebeğimi kimselere bırakamam, ona kimse benim gibi bakamaz, ben ne yapacağım şimdi" gibi hislerle bırakırsanız, bebeğinizde bu kaygılar kendini ağlama krizleri olarak gösterebilirmiş. Burada bunu aşmak için geçiş nesneleri rol oynuyor. Yani mesela, bir tişörtünüzü, bir fularınızı (ağır kimyasal bir parfümden ziyade, "siz" kokan bir eşyanızı) bebeğinizin yanına bırakarak, "şimdi gidiyorum ama 2 saat sonra geleceğim, seni çok seviyorum bebeğim" diye ayrılabilirmişiz. Böylece kendini daha az kötü hisseden bebek, zaten iki veya üçüncü bırakmanızda duruma alışacaktır. Görecektir ki, "annem beni bırakıyor (şu kişiye) ama geri geliyor, beni yine kucağına alıyor" ve böylece güveni sarsılmayacaktır. İşte anneye güvenli bağlanma bu yüzden çok önemli. 

Çok keyifli bir seminerdi. İstanbul'da yaşayanlara sadece bu tip şeylerde özeniyorum doğrusu, orada etkinlikler de, bu tip fırsatlar da daha çok oluyor. Ama İzmir'de de Aylin Anne'miz var :) Umarım başka zamanlarda da uzmanların görüşlerinden faydalanabileceğimiz etkinlikler olur ve umarım onlara da katılabilirim. Katıldıkça da burada paylaşabilirim. E çünkü hayat da, annelik de paylaştıkça güzel!

4 yorum:

  1. Ne kadar güzel yorumlar bunlar burcu, çoook teşekkür ederim. Çok mutlu oldum :)

    YanıtlaSil
  2. Paylaşım için çok teşekkürler. Çok net ve faydalı olmuş.

    YanıtlaSil
  3. Paylaştığın için teşekkürler şeker...

    YanıtlaSil
  4. Keşke daha çok seminer olsa, katılabilsem ve de paylaşabilsem...

    YanıtlaSil