"Bebeğim, ah bebeğim... asla ayrılamam ondan" Tanıdık geldi mi bu sözler? Yeni annenin, sürekli bebeğiyle ilgilenmesi, doğanın bir gereğidir. İnsanoğlunun soyu devam etsin diye genlerimize kazınmış, ilk insanlıktan beri içimizde var olan bir yeti bu. Bebeğin hayatta kalabilmesi için, yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması ve “yeterli” sevgiyi alması şart.
Burada iki önemli nokta var. Birincisi, sevgi almak bir bebeğin sağlıklı büyüyebilmesi için gerek şarttır. Bir Annenin Doğuşu kitabında da, yazar, yıllarca yaptığı inceleme ve araştırmalardan sonra bunu söylemiş. Yetimhanelerdeki bebeklerden örnekler vermiş. Görülüyor ki, bu sevgiyi en iyi, en güzel ve en içten, anne verebiliyor çocuğa. İkinci nokta ise, bu sevgiyi verme ve annelik etme şeklinin “mükemmel” olamayacağı, sadece “yeterli” olması gerektiği konusu. Zaten kimse mükemmel değildir ve mükemmel annelik diye de bir şey yoktur, diyor yazar. Hem, mükemmel olmak bebeğe zarar verirdi, diyor. Çünkü bizim (uzun sürmeyen ve fazlaca tekrarlanmayan, hızlıca düzeltilen) hatalarımız ile bebek hayatta kalmayı, mücadele etmeyi (survive) öğreniyormuş.
Şimdi bunca içgüdüyle donanmış birer hayvan-insan olduğumuza göre, bunlardan bir çırpıda sıyrılmak, hele de bebeğimizi doğurduktan sonraki ilk birkaç yıl, bu iç yetilerimizi yok saymak pek de mümkün değil, takdir edersiniz ki. Fakat her kadının –fark etsin etmesin- içinde bulunan bu içgüdüler, ancak kendi bebeği olunca ortaya çıkıyor. Gebelik süreci, bu hazırlık için çok iyi bir süre. Bizim, içimizdeki anneyi ortaya çıkarmamız için gereken süre, bebeğimizin de dünyaya gelmek için içimizde büyüdüğü süre aslında.
Erken doğum yapan annelerin bir süre hayal kırıklığı, endişe ve panik yaşamaları bu yüzdenmiş. Çünkü elbette ki her kadın, hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren zamanında ve sağlıklı bir bebek doğurmayı hayal eder. (Evlat edinen anneler de bu süreci bekledikleri için benzer etkiler onlarda da görülüyormuş.)
Anne olmayan kadınlarda ise böyle bir içgüdünün hemen hemen hiç ortaya çıkmamış oluşu çok normal bu durumda. Fakat bu içgüdüleri hayata geçirmiş olmamızı, anne olmayan, hele hele evli bile olmayan (potansiyel anne adayı olmayan/hissetmeyen yani) arkadaşlarımızın anlamamaları normal olmasına karşın, yargılamaları, yaralamaları ve incitmeleri hiç normal değil. Ne olursa olsun, onlar bu durumda, bizi ve yaptıklarımızı anlayamıyor, hislerimizi hissedemiyor bile olsalar, hadi empati yapamadıklarını öğrendik de, saygı göstermeyi biliyor olmaları gerekir diye düşünüyorum.
Anne olmayanların çevrelerinden beklentileri kendileri hakkında iken, anne kadınların beklentileri çocuklarıyla ilgili oluyor. Ne demek istediğimi şöyle açıklayım: Ben bekarken doğum günümü hatırlamayan yakın arkadaşlarıma bozulur kırılırdım. Anne olunca, doğum günümde beni kimler aradı kimler aramadı farkında bile olmadım (yani arayanlara elbette sevindim ama aramayanları hiç farketmedim bile), hiç de umurumda olmadı. Ama bebeğimin özel günlerinde, onların hep ilgi göstermesi beklentisine girdim. Oysa onların içindeki annelik içgüdüleri ortaya çıkmadığı için benim hislerimin farkında bile olmadılar. Böylece neden benimle yakın zamanlarda doğum yapmış arkadaşlarımla daha samimileştiğimi ve diğerleriyle de (kısmen ve istemeden de olsa) uzaklaştığımı daha iyi anlıyorum. Fakat onları anlamam, yine de onlara olan kırgınlığımın silineceği ve onları affedeceğim anlamına gelmiyor, en azından şimdilik. Belki ilerde bunları da aşarım, bilmiyorum.
Kitabın hemen hemen çoğu yerinde kendimden bir şeyler bulduğum için ilgiyle okudum. Farklı farklı pek çok annenin hislerine ve düşüncelerine yer vermiş, onları konuşturuyor. Bu da kitabı daha sahici kılıyor. Son bölümde ise, en büyük yaram olan annelerin işe dönme/dönmeme meselesini ele almışlar. "İş yaşamına ne zaman dönüleceği konusunun bütünü, bebeğini doğurmadan önce annenin sırtına yüklenmiş bir durumda var oluyor." Bu konuda sırtımıza o kadar çok yük yüklenmiş durumdayız ki!... Kimse beni/bizi anlamıyor diye düşünürken, bir kitabın (hatta yabancı yazarı olan) benim hislerimi anlıyor olması, nedense içimde bir rahatlık hissi oluşturdu. Birisi beni anlıyor ve bana hak veriyordu. "Çocuk bakımını organize etmek, ulaşım, ailenizin ihtiyacı olduğunda işten izin almak gibi zorluklara ek olarak, çoğu anne verdikleri kararların suçluluğunu fazladan yük olarak taşıyorlar. Maddi durumu nedeniyle bebekleri küçükken işe dönmek zorunda kalan çoğu anne için, bu durum sürekli bir acı ve gerilim kaynağıdır......Politik ve ekonomik sistemimizin çocuğun ve ailenin uygun gelişimini desteklememesi utanç vericidir." (Burada acaba Türkiye'den mi bahsediyor, diye düşünmemek elde değil!) "Kadınların çoğu aslında işe dönmeyi bir noktada isteyebilirler ancak şimdiki politikaların onları dönmeye zorladığı kadar çabuk değil." Hah işte, tam da böyle!
Uzun vadede, anne için en iyi çözümlerin, bebek için de kuvvetle muhtemel en iyi çözümler olacağının üzerinde durmuş yazar. Her zaman benim de söylediğim bir şey bu, "mutlu anne-mutlu bebek" ama maalesef ben bunu çalışma/işe dönme konusunda yapamıyorum. En azından şu an için. Belki önümüzdeki yıllarda her şey daha güzel olur benim için. O zaman eminim, Ege için de her şey daha güzel olacaktır.
Son olarak yeni annelere çok beğendiğim bir nasihati var kitabın, "Diğerlerinin sizin ne yapmanız gerektiğini ya da nasıl hissetmeniz gerektiğini söylemelerine izin vermemek için sıkı çalışın. Kendinizi tanıyorsanız ve neyle yaşayabileceğinizi biliyorsanız, durumunuz için en iyi uzlaşıları bulacaksınız."
Hamileliğinin son demlerinde olan ve zamanı olan, okumak isteyenlere, bir de yeni veya değil kesinlikle annelere öneririm. Sizi anlayan birilerinin olduğunu bilmek, çok güzel oluyor.
Ne değişik... Duymamıştım hiç bu kitabı.
YanıtlaSilBu ara annelik ile ilgili bir şeyler okusam mı okumasam mı arasındayım :)
Sağolasın trişko pelin :)
Ben bir ara çok sıkılmıştım anne-bebek kitaplarından. İyi oldu o ara, çocuk kitapları ve sonra da romanlar. Şimdi ara ara tekrar ilgimi çeken anne-bebek kitabı oluyor. Kendimi sıkmadan okuyorum, sıkılırsam hemen bırakıyorum.
Sil