Başlığa bakıp yanlış anlamayın, sendromu Ege değil ben yaşıyorum! Belki de “Çalışan Annenin Bunalımı” deseydim daha doğru olurdu. İşe başlayalı 2 hafta oldu, hâlâ alışamadım. Ama bence bu hep böyle gidecek, sanırım buna alışılamaz. Ben de bunu kabulleneceğim, ama ne zaman? Allah bilir…
Baştan başlayım. Aralık ayı boyunca oğlumuza iyi bir bakıcı aramakla geçirdik zamanımızı. İyi bakıcıdan kasıt; güvenilir, çocuğumuza gözü gibi bakacak, çok yaşlı olmayan (Ege emeklemeye, yürümeye, koşmaya başladığında sürekli peşinden gidebilecek, çocukla bütün gün oyun oynayabilecek, ağırlaştığında rahatça kucağına alabilecek, “belim ağrıyo fıtığım var kucağıma alamam” demeyecek, ben “şunu şöyle yapın” dediğimde arkamdan “amaan biz kaç çocuk büyüttük o öyle olmaz böyle olur” diye kendi tecrübelerini(!) istemediğim halde bebeğime uygulamayacak, benim isteklerime saygılı), en azından 3 sene boyunca bizimle olmayı kabul edecek (bebeklerde güven çok önemliymiş, 3 yaşa kadar ona bakan kişinin mümkünse değişmemesi gerekiyormuş) ve bütçemizi aşacak ölçüde çok para istemeyen biriydi.
Görüştüklerimden biri hoşuma gitmişti ama 3 yıl konusuna takılmıştık. O yüzden biz de güvenilir olduğuna inandığımız, kendi çocuklarını büyütmüş (hani ‘çocuğum hasta bugün gelmeyim’ ya da ‘çocuğun okuluna gidicem bugün gelemem’ vs demeyecek) bir kişi ile anlaştık. 2 Ocak’ta işe başladı. Fakat 3 Ocak’ta gelmedi! Neymiş, (eşim sabahları benden 2 saat sonra çıkıyor evden, akşam da 1 saat erken geliyor) eşimle evde yalnız kalamazmış kocası çok kıskançmış! Peh! Neyse tek yaptığı bize vakit kaybettirmek oldu, ne diyeyim! Deli danalar gibi bakıcı aradık ve bulamadık. En sonunda ilk hoşumuza giden ama yeni evli olduğu için 1 seneye kadar çocuk isteyen ve bu sebeple bizimle 3 yıl kalamayacak olan kişiyle anlaşmak durumunda kaldık. Genç bir kız, çocukları da çok seviyor, Ege ile de çok iyi anlaştılar. Oğlumu güldürüyorsa tamam zaten.
Ama yine de her kim olursa olsun, içimde hep “benden iyi kimse bakamaz” duygusu var. Gerçi anneme veya kocama bile emanet ettiğimde aynı şeyleri hissediyordum. O yüzden içimi kemiren sesleri mecburen susturup, oğlumu bakıcımıza emanet edip çıkıyorum evden. Çıkıyorum da, sonrasında ne işkenceler çekiyorum, bir ben biliyorum bir Allah!
Oğluşum, kısa süreli yaşadığı pazartesi sendromunu sabah uykusundan sonra atlatıp normal, oyunlu gülmeli hayatına devam ediyor(muş). Ben ise aklım hep evde, gözüm hep telefonda, yedi mi, uyudu mu, bir yerine bir şey olmamıştır inşallah, tv izlemiyordur inşallah, kusmamıştır inşallah, ağladı mı ki, falan diye uzayan bir liste halindeki iç seslerimle boğuşuyorum. Ay birisi “bırak işi koş bebeğinin yanına” dese, o dakika bırakıcam işi! O derece! Tabii bunda yaptığım işe aşık olmamamın da etkisi olabilir, bilemiyorum ;) İşe başlamama 2-3 gün kala durumum çok kötü olmuştu, herşeye gözüm doluyordu, agresifleşmiştim filan, eşimle işi bırakmamın bize avantaj-dezavantajlarını bile masaya yatırdık yani, o derece! Ben bir heyecan yaptım ki, sormayın gitsin! Ama neticede, bebeğim için, onun ilerde güzel kreşlere okullara gidebilmesi için, güzel bir evde oturabilmesi için, istediği şeyleri almamız, istediği kurslara yollayabilmemiz için benim çalışmam gerektiği açıktı. Nalet olsun para gereksinimlerine :( Neyse sonuçta kararımız, bebeğimizin iyiliği için çalışmam yönünde oldu. Bunu kabullenip duruma alışmam lazım. Ama nasıl olacak bu, işte onu hiç bilmiyorum.
Annelik ve babalık gerçekten çok farklı. Babalar ilk günden itibaren bebeği bırakıp işe gidebiliyorlar. Tamam mutlaka onlar da özlüyor ama bizim gibi duygusal travmalar yaşamadıkları çok açık. Ütopik bir dünyada mesela annelere 3 yıl izin verseler (ne bileyim ilk 1 yılı tam ücretli, sonraki 2 yılı yarı ücretli gibi) ve sonrasında da işe dönüş garantisi olsa, kalındığı yerden devam edilse. Türkiye için ütopik bir yaklaşım, ama İskandinav ülkelerinden birinde böyle bir uygulama vardı diye hatırlıyorum, okumuştum bir yerlerde. Aaah ah! Annelik yapmanın kendisi hiç zor gelmiyor da bana, işte bu ayrılıklar çok koyuyor! Keşke kocam milletvekili olaymış :)
Baştan başlayım. Aralık ayı boyunca oğlumuza iyi bir bakıcı aramakla geçirdik zamanımızı. İyi bakıcıdan kasıt; güvenilir, çocuğumuza gözü gibi bakacak, çok yaşlı olmayan (Ege emeklemeye, yürümeye, koşmaya başladığında sürekli peşinden gidebilecek, çocukla bütün gün oyun oynayabilecek, ağırlaştığında rahatça kucağına alabilecek, “belim ağrıyo fıtığım var kucağıma alamam” demeyecek, ben “şunu şöyle yapın” dediğimde arkamdan “amaan biz kaç çocuk büyüttük o öyle olmaz böyle olur” diye kendi tecrübelerini(!) istemediğim halde bebeğime uygulamayacak, benim isteklerime saygılı), en azından 3 sene boyunca bizimle olmayı kabul edecek (bebeklerde güven çok önemliymiş, 3 yaşa kadar ona bakan kişinin mümkünse değişmemesi gerekiyormuş) ve bütçemizi aşacak ölçüde çok para istemeyen biriydi.
Görüştüklerimden biri hoşuma gitmişti ama 3 yıl konusuna takılmıştık. O yüzden biz de güvenilir olduğuna inandığımız, kendi çocuklarını büyütmüş (hani ‘çocuğum hasta bugün gelmeyim’ ya da ‘çocuğun okuluna gidicem bugün gelemem’ vs demeyecek) bir kişi ile anlaştık. 2 Ocak’ta işe başladı. Fakat 3 Ocak’ta gelmedi! Neymiş, (eşim sabahları benden 2 saat sonra çıkıyor evden, akşam da 1 saat erken geliyor) eşimle evde yalnız kalamazmış kocası çok kıskançmış! Peh! Neyse tek yaptığı bize vakit kaybettirmek oldu, ne diyeyim! Deli danalar gibi bakıcı aradık ve bulamadık. En sonunda ilk hoşumuza giden ama yeni evli olduğu için 1 seneye kadar çocuk isteyen ve bu sebeple bizimle 3 yıl kalamayacak olan kişiyle anlaşmak durumunda kaldık. Genç bir kız, çocukları da çok seviyor, Ege ile de çok iyi anlaştılar. Oğlumu güldürüyorsa tamam zaten.
Ama yine de her kim olursa olsun, içimde hep “benden iyi kimse bakamaz” duygusu var. Gerçi anneme veya kocama bile emanet ettiğimde aynı şeyleri hissediyordum. O yüzden içimi kemiren sesleri mecburen susturup, oğlumu bakıcımıza emanet edip çıkıyorum evden. Çıkıyorum da, sonrasında ne işkenceler çekiyorum, bir ben biliyorum bir Allah!
Oğluşum, kısa süreli yaşadığı pazartesi sendromunu sabah uykusundan sonra atlatıp normal, oyunlu gülmeli hayatına devam ediyor(muş). Ben ise aklım hep evde, gözüm hep telefonda, yedi mi, uyudu mu, bir yerine bir şey olmamıştır inşallah, tv izlemiyordur inşallah, kusmamıştır inşallah, ağladı mı ki, falan diye uzayan bir liste halindeki iç seslerimle boğuşuyorum. Ay birisi “bırak işi koş bebeğinin yanına” dese, o dakika bırakıcam işi! O derece! Tabii bunda yaptığım işe aşık olmamamın da etkisi olabilir, bilemiyorum ;) İşe başlamama 2-3 gün kala durumum çok kötü olmuştu, herşeye gözüm doluyordu, agresifleşmiştim filan, eşimle işi bırakmamın bize avantaj-dezavantajlarını bile masaya yatırdık yani, o derece! Ben bir heyecan yaptım ki, sormayın gitsin! Ama neticede, bebeğim için, onun ilerde güzel kreşlere okullara gidebilmesi için, güzel bir evde oturabilmesi için, istediği şeyleri almamız, istediği kurslara yollayabilmemiz için benim çalışmam gerektiği açıktı. Nalet olsun para gereksinimlerine :( Neyse sonuçta kararımız, bebeğimizin iyiliği için çalışmam yönünde oldu. Bunu kabullenip duruma alışmam lazım. Ama nasıl olacak bu, işte onu hiç bilmiyorum.
Annelik ve babalık gerçekten çok farklı. Babalar ilk günden itibaren bebeği bırakıp işe gidebiliyorlar. Tamam mutlaka onlar da özlüyor ama bizim gibi duygusal travmalar yaşamadıkları çok açık. Ütopik bir dünyada mesela annelere 3 yıl izin verseler (ne bileyim ilk 1 yılı tam ücretli, sonraki 2 yılı yarı ücretli gibi) ve sonrasında da işe dönüş garantisi olsa, kalındığı yerden devam edilse. Türkiye için ütopik bir yaklaşım, ama İskandinav ülkelerinden birinde böyle bir uygulama vardı diye hatırlıyorum, okumuştum bir yerlerde. Aaah ah! Annelik yapmanın kendisi hiç zor gelmiyor da bana, işte bu ayrılıklar çok koyuyor! Keşke kocam milletvekili olaymış :)
Pelin'cim,
YanıtlaSilYazdigin her seye harfiyen katiliyorum...Ben de her gun gelip isi birakacagim diyorum sonra kendi kendimi ikna edip ertesi tine gidiyorum! Dunyanin parasini da kazansam su bebeklik hallerini kacirmaya degmeyecegini ve bebegimin o paradan cok bana ihtiyaci var gibi geliyor. Hatta aslinda oyle olduguna eminim. Gel gor ki dunya oyle bir dunya olmus ki, kalbinin sesi, icgudulerin falan hep sekizinci planda; varsa yoksa para. Cocugun kiyafeti, okulu, osu busu diye diye anneler bebelerinden koparilmis ayol bunun nesi modern nesi guzel?
Bizim Uzum kiz ben ise basladiktan sonra uyumamak icin cilginlar gibi aglamaya basladi mesela:( Bugun ise gitmedim evdeydim; melek gibiydi kuzucuk, gel de simdi pazartesi bile bile ise git...Ahhh ki ahhh.Umarim bir noktada kafamiz rahat eder.
Cigdem
Kesinlikle Çiğdem'cim! Bebeğimizin bize ihtiyacı aslında paha biçilemez. Hele ilk'lerini kaçıracak olma düşüncesi beni kahrediyor. Ya ilk dişini benden önce bakıcı görürse, ilk emeklemesini, ilk adımını, ilk kelimesini benden önce o duyarsa.. gibi gibi kıskançlıklarım var. Herşeyini ilk ben görmek duymak istiyorum yaa, annesiyim ben onun! Ağladığında bana koşsun sarılsın istiyorum. Off of! İki ucu şeyli değnek!
Silumarım bakıcın dilediğin gibi çıkar, umarım çok sever Ege'yi için de rahat olur.
YanıtlaSilUmarım. ... Şimdilik herşey yolunda gibi. Seviyorlar birbirlerini. İnşallah herşey böyle gider de, krese başlayıncaya kadar Ege'mize Sibel ablamiz bakar.
Silyapma be adaş..işe gitmek bana iyi bile geliyor arin'e enerjim daha fazla ve verimli verebiliyoum..evet çok özlüyorum ama 2-3 sene sonra o okula gitcek zaten kocca da işe e ben napcam o zaman? bi noktada herkesin kendine ait bi hayatının olmsı daha iyi olabiliyor sanki..dur ben de toparlarsam yazacam bu konuda bişiler :)
YanıtlaSilYa tabii Ege okula gidince ben de çalışmak isterim. Zaten o yüzden 3 yaşına ladar diyorum. Ama o zamana kadar da keşke ben bakabilseydim, buruklugum ona.
Silmerhaba. ben açıkcası işe geri dönmeyi dört gözle bekliyorum. bu bebeklerimi sevmediğim ya da daha az sevdiğim anlamına gelmiyor ancak onlara hem fiziksel hem zihinsel olarak sağlıklı bir anne lazım. bunalmış, taa burasına kadar bebeklerine batmış bu nedenle depresif olmuş bir anne 7/24 evde olsa kaç yazar verimli olamadıktan sonra. bu nedenle bir an önce kendime ait hayatıma dönsem, kızlarımı özlemiş şekilde eve gelsem onlarla verimli vakit geçirsem diyorum. topuklu ayakkabılarımı giyip, bakımlı olup, güzel güzel işe gitmeyi; insan yüzü görmeyi özledim açıkcası. sizi bilmem ama bana iyi gelecek :)
YanıtlaSilduble anne
ben de aynen sizin gibi düşünüyorum..işe başladığımdan beri daha enerjik daha mutlu ve daha toleranslıyım ki tolerans mühim bişi çocuk yetiştirmede! :)
SilYa tabii ki haklısın ama benim böyle hissetmemde işimin de etkisi var muhakkak. Sabah 7'de çıkıyorum evden, akşam 6.40 gibi dönüyorum. Çocukla ilgilenmeye, oynamaya vakit kalmıyor ki. Bir de işimi hiç sevmiyorum kesinlikle yanlış meslek seçmişim ben. Mühendislik kim ben kim. Anaokulu öğretmeni filan olsaymisim ya da bir pastanem olsaymis mesela, ben de sizler gibi düşünürdüm. Ama çarpık eğitim sisteminin bir sonucu olarak puanın neyse onu okuyorsun Türkiye'de.
Sil