Lilypie Fourth Birthday tickers

23 Temmuz 2015 Perşembe

Ege’nin Yirmi Dördüncü Ayı

Ege’nin aylık gelişimini doğduğundan beri yazıyorum. Bu aylık gelişim yazılarında, hem fiziksel, hem bilişsel anektodlar bulunuyor ki ilerde unutursam buradan bakayım. Aslında kendim için yazıyorum yani, bir nevi arşiv niteliğinde. Yoksa ben bir çocuk gelişimi uzmanı veya bir doktor değilim, kaç aylık çocuğun neler yapması gerektiğini/yapabileceğini yazmıyorum. Sadece Ege bu ay şunları şunları yaptı, yapabildi diye yazıyorum. Kimse bu yazılarımı referans alıp kendi çocuğu ile kıyaslama yapmasın aman.



Bu ay, aylık gelişim yazılarımın sonuncusunu yazıyorum. Çünkü artık Ege bebeklikten çocukluğa geçti ve aylık olarak çok fazla farkeden bir gelişimi olmuyor ilk aylardaki gibi. Büyüme eğrisi bile azalan bir hızla artıyor artık. Misal Ege son 3 aydır hiç kilo almamış, sadece boy atmış. Aylık gelişim yazısı olmayacak diye, Ege’nin farkedilen gelişim konularını yazmayacak değilim elbette. Fakat şimdilik buyrun yirmi dördüncü aya:



Bu ay, artık bebeklik döneminin son zorunlu aşısı olan hepatit A aşını yaptırdık ve aşı konusunu 5 yaşına kadar kapattık. Ege’nin aşılarını sağlık ocağında yaptırıyoruz. Hem de gitmişken aile hekimimiz Ege’yi kontrol ediyor, genel olarak gelişimi ile ilgili sorular soruyor, yanıtlarıma göre beni yönlendiriyor ya da benim ona sorularım varsa cevaplıyor. Bu sırada hemşiremiz de Ege’nin fiziksel ölçümlerini yapıyor, boy-kilo gibi, kafa, kol, göğüs ölçüleri gibi. İşte Ege’nin 2 yaş ölçüleri şöyle:



Boy: 91 cm

Kilo: 14 kg

Baş çevresi: 49,5 cm

Ayak: 23 numara



Buna göre kiloda normal, boyda ise yaşıtlarına göre birazcık uzun bir çocuk diyebiliriz. Babası da uzun, ona çekmesi normaldir.



Kendi kendine, kendi dilinde elbette, çok güzel konuşuyor, epey de geveze :) Ama Türkçe’sinin pek o kadar da iyi olduğunu şimdilik söyleyemeyeceğim. Olsun sorun değil, nasıl olsa öğrenecek. Şimdilik bu Egece konuşmaları çok sevimli ve ben keyif almaya bakıyorum. Aklıma gelenleri hemen yazayım buraya da:



Nana: Anne (Mis gibi anniii anneeeaaa gitti, yerine önce nenneee sonra da nana geldi. Aslında okunduğu gibi nana demiyor, uzatarak ve incelterek söylüyor nânâ gibi. Hani nasıl söylesem, Rânâ ismi vardır onu nasıl söylersiniz, işte başındaki R’yi N yapın öyle söylüyor bizim oğlan)

Buba, vava: Baba (Ablası babasına vava diyor, ondan mı kaptı bilmiyorum, bizimki de arada babasına vava diyor)

Aaaaaaanni, aaaagni: Bu ne? (Evet dışardan sanki anne demiş gibi algılanıyor biliyorum ama çocuğum aaaanni dediğinde, aslında bu nedir demek istiyor)

Cici: Dede (Nedense dedelerine ve tüm beyaz saçlı yaşlı amcalara ısrarla cici diyor. Dede demesini bilmediğinden ya da diyemediğinden değil elbette, ama ısrarla onlara cici demeyi tercih ediyor)

Anana: Anneanne

Bıbaaanni: Babaanne

Aaaaabba: Abla (Benden ve annemden başka tüm kadınlara (yaşlı-genç) abba diyor, bu da yurdum teyzelerini ziyadesiyle memnun ediyor)

Kuş, guş: Tabii ki değişmeyen tek şey, kuş!

Gauuv gauuv: Kedi

Neee: Emzik, meme

Sısıııığ: Sıfır

Düddeee, cücceee: Bir (Her nedense :) )

Ekheee, ageee: İki

Cüüü: Üç

Gın: Dört

Annn: Altı

Attiii: Yedi (Buna da her nedense diyeceğim :) )

Vaouuvv: Beş on ya da yirmi. (Bunların üçüne birden vaouuuvv diyor, bir nevi ‘son’ manasında sanırım, çünkü bunu söyleyip saymayı bitiriyor.)

A-aaa: Bitti ya da yok

Eggeee: Yumurta

Hıh: Su

Mamma: Mama, yiyecek herşey

Haaa: Şişe (Çok düzgün bir şekilde şişe diyebiliyorken, önce şişe oldu şişaa, sonra şaa sonra haa)

Attaa: Park

Cuccuu: Turuncu

Şii: Yeşil

Gıngın: Tırtıl

Yayyy: Yağ, krem


Gelelim son zamanlarda yaptığı/sevdiği şeylere. Şişelere ve şişe şarkısına hala deli oluyor. Babası yeşil soda şişelerini biriktirdi, evde soda şişelerini dizip devirerek “10 yeşil şişe” şarkısını söylüyoruz. Tabii ki youtube’dan da sürekli şarkısını dinliyoruz, bunu söylememe gerek var mı? :) 150 yıllık bir çocuk şarkısı olan “this old man” şarkısının heavy metal versiyonunu çok seviyor, babası youtube’dan bulmuş, onu açınca yüzü gülüyor keyifle izliyor çocuğum. Heavy metal, hard rock vesaire sevmeyen anaya bunları seven çocuk mu geliyor yoksa!



Sayı saymayı çok seviyor (sısııııığğğ cüceee(ya da düdeee) akheee cüüü vaouuvvv! Meali: sıfır bir iki üç son). Asansördeyken katları çıktıkça veya indikçe mutlaka sayıyor kendi kendine. Sıfırda ise acayip coşuyor. Nedense en çok sıfırı seviyor :)



Parka gitmeyi elbette çok seviyor. Parka attaa diyor. Biz dışarı çıkarken hiçbir zaman atta gidiyoruz demedik, uzmanların önerdiği şekilde, bebek diliyle konuşmuyoruz, normal Türkçe konuşuyoruz. Dışarı çıkalım, gezmeye gidiyoruz ya da parka gidelim mi falan diyoruz. Ama sanırım bakıcısından öğrendi, park onun için eşittir atta. Çoook uzaklardan bile görüp farkedip yolun ortasında ataaa diye tutturabiliyor ve biz etrafta park aranırken “oğlum o kadar uzaktaki parkı nasıl gördün?” deyip o tarafa doğru mecburi yönlenme haline giriyoruz. Bazen salıncak ya da kaydırağa takılıyor ama çoğunlukla taş, toprak ve çimenlerle ilgileniyor. Salyangoz delisi. Parkta bahçede her yerde salyangoz arıyoruz. Salyangozlar genelde sıcaktan ölmüş oluyorlar, kabuklarını buluyoruz elbette ve bakıyorum eğer kabuğun içi çamurla ve karınca ile doluysa alıp temizleyip Ege’ye veriyorum. Yok içindeki salyangoz ölmemiş duruyorsa Ege’ye göstermeden doğruca aldığım yere bırakıyorum hayvancağızı öldürmeden. Bizimki salyangoz kabukları elinde, hani minik arabalarından hiç ayrılmayan çocuklar vardır ya, onlar gibi sıkı sıkı sarılarak dönüyoruz parktan eve. Çoğunlukla salyangozlarını kaydıraktan kaydırma oyunu oynamayı seviyor. Kabuğu, kaydırağın, atabildiği en yüksek kısmına atıyor, o yuvarlanırken kıkırdıyor, keyifleniyor.



Aydede’ye bayılıyor, tatilde en sevdiği oyun sahilden taş bulup denize atmaktı, sonra ablasıyla daha çok sevdiği bir oyun keşfettiler, denizin içindeyken “taşı aydedeye at” diyoruz iyice havaya atmaya çalışıyor çok tatlı oluyor (tabii ki kendinden 50 cm uzağa ancak atabiliyor). Bazen parkta da etrafta çocuk yokken oynuyoruz bu oyunu ama alışkanlık edinmesin, başka çocukların üstüne atmasın diye çok da oynatmıyorum. Parkta son zamanlarda köpük baloncuk oynamayı seviyor bir de. Tabii ki ben üflüyorum, onun eline vermiyorum. Ne de olsa içindeki şey kimyasal.



Akşamları uyku öncesi rutinimizin en sevdiğim yeri, kitap okumalarımız. “Yatmadan önce diş fırçalamak diye bir şey var, buna alışsın” düşüncesiyle hemen hemen her akşam minicik diş fırçasıyla biraz su oynuyoruz. Dişlerine götürüp azıcık fırçaladığı da oluyor ama çoğunlukla diş fırçasını ıslatıp suyunu emiyor. Olsun, önemli olan o rutine alışması. Şu anda zaten 2 yaşındaki bir bebekten diş fırçalaması beklenemez bence. Her neyse, daha sonra alt değişimi, pijamalarını giydirme ve bazen Ege’nin bazen benim kitap seçmemle okuma rutinimiz başlıyor. Her gece en az 2 ya da 3 kitap okuyoruz/resimlerine bakıyoruz. En sevdiği kitaplar, İzini Arayan Salyangoz, Memo ve Ay, Yavru Baykuşlar. Bu üçüne hasta oluyor. Memo ve Ay’ın hikayesi çok uzun geliyor sanırım onu okutturmuyor, ne zaman okumaya başlasam daha başında sayfayı çeviriyor susturuyor beni ama yavru baykuşlar ve izini arayan salyangozu o kadar çok okudum ki, ikisi de ezberimde artık.



Tatilde ilk defa kendi başına 3 basamaklı bir merdivende hiçbir yere tutunmadan yukarı çıktı ve aşağı indi. Tutunabileceği trabzan yoksa bile 4 ayak olup yerden destek alırdı ama bu sefer basamaklar bayağı yüksek olmasına rağmen desteksiz inip çıkmayı başardı.



Agne, adne ya da anne diyerek herşeyin ama her şeyin adını soruyor. O adne/agne/anne dedikçe çevrede insan varsa herkes bana seslendiğini sanıyor ama değil :) ben gülüyorum tabii. Özellikle motorsiklet, belediye otobüsü ve kamyon/kamyonetlere acayip bir ilgi duyuyor. Yolda gördükçe, bütün mahalleyi inletecek kadar yüksek bir sesle aaaaagneeeee diye bağırıyor, hiç sıkılmıyor, ben de her seferinde sabırla neyse o şeyin adını söylüyorum, motorsiklet çocuğum, motorsiklet evladım, motorsiklet güzel bebeğim, aaa motorsiklet işte! :) Sonunda sen söyle neymiş adı hadi bakalım, desek de asla kendisi söylemiyor, denemiyor bile. Israrla bize söyletiyor, biz söyleyene kadar mahalleyi inletecek kadar bağırıyor mecbur kalıyoruz söylemeye.



İşte günlerimiz böyle geçiyor. Çok keyifli, çok güzel, Allah bozmasın. Bir çocuk, hakikaten insanın hayatında başına gelebilecek en güzel şeymiş! Ege de benim hayatımın en büyük güzelliği, en büyük coşkusu, en muhteşem rengi! Allah bizi birbirimizden ayırmasın, amin!

1 yorum:

  1. Canııım Ege, güzel Ege, yeniden mutlu yaşlar.. Ne güzel gelişmeler bunlar ve Pelin sen de ne iyi yazmışsın, tebrikler :)

    YanıtlaSil