Bu hafta itibariyle muhtemelen 10 cm’lik boyuta ulaşmış olan mini mini bebişimizi artık fıstıkmış fındıkmış benzetmiyoruz. Artık kendisi nev-i şahsına münhasır bir küçük beyefendi.
Bu hafta, kuzenimiz Güneş’in taa Amerika’lardan kendisi için alınmış olan yazlık çıtçıtlı body’sini kargolamasıyla başladı. Şimdiye kadar oto koltuğu, beşik, park yatak ve son olarak kendime süt pompası bakmaktan öte gitmemiş “internet gezintilerim” böylece bilimum kampanyalı alışveriş sitelerinde bebek kıyafetleri bakmaya yöneldi. Ama kendimi tuttum ve hiçbir şey almadım. Aslında alırdım ama bende şöyle bir özellik var, nedense kendim için de hiçbir zaman internetten alışveriş yapamıyorum. İlla üstümde nasıl durduğunu, kumaşını vs görücem. E şimdi konu hassas bir bebecik olduğu için daha önemli oldu, illa ki dokusunu elleyip kendim görmem lazım, gerçekten pamuklu mu, naylon mu, sert mi, yumuşak mı, yakası rahat mı, lastiği sıkar mı vs. Bir de henüz çok çok ama çok tecrübesiz olduğum için saçma sapan şeyler almaktan korkuyorum. Mesela süper sevimli çoraplar gördüm ama boyut/beden bir şey anlamadığım için yanaşamadım. Ya da yeni doğan bebek üşür mü acaba ilk ay için kısa kollu body mi alsam, yoksa terler mi o da bizim gibi normal bir insan evladı mı olur, kolsuz askılı body’ler mi alsam hiiç bilemedim. Hastane çıkışı diye bir takım setler var çok sevimli şeyler, şapkasıyla eldiveniyle bilmem ne…İnternette blog dünyasının sevgili anneleri “yeni doğan bebeklerin başı üşür mutlaka şapka takın” diyorlar ama ben temmuzun göbeğinde hem de İzmir’de doğacak bir bebek nasıl üşüyebilir hayal edemiyorum mesela. E kolsuz giydirsem, çorapsız filan cıbıl cıbıl dolaştırsam çocuğu acaba üşütürmüyüm diye de bir vicdan sızlaması da olmadı değil. Dolayısıyla bu konuyu da vakti zamanı gelince düşünmek üzere ertelemeye karar verdim. Aslında ertelemek değil yaptığım, gerçek zamanına bırakmak. Ben yapım gereği sabırsızlık edip önden gitmeye çalışıyorum, sonra beceremeyip oturuyorum oturduğum yerde.
Bu hafta itibariyle sanırım geçen haftalarda vermiş olduğum kiloyu geri aldım ama hala ilk hamilelik kilomun üzerine bir tık ekleyemedim. Her zamanki gibi yiyorum. Ekstra bir “iki kişilik yeme” durumum söz konusu değil. Hem hiçbir zaman hayata bakışım o şekilde olmadığı için (hep yaşamak için yiyenlerden oldum, en sevdiğim yemeği bile doyacak kadar yiyebildim, doyduktan sonra zevk için bir lokma dahi fazladan yiyebilmeyi becerememiş birisiyim), hem de az ve sık yeme beni en rahat ettiren formül, çook acıktığımda bile azıcık yiyince hemen doyuyorum ve fazlasını mide almıyor, ve mesajını çok net iletiyor bana, bulanarak! Ben de zorlamıyorum tabii. Böyle olunca kilo da alamıyorum. Doktorumuz mide bulantıların tamamen geçince demir hapına başlayacaksın dedi ama bu sebeple hala başlayamadım. Acele de etmedim çünkü aslında mevcut değerim sınırın içinde. Fakat alt sınıra yakın olduğu için ileriki zamanlarda bebek benim demir depolarımdan çektiği için sınırın altına düşersem diye verdi doktor. Henüz düşmemiştir sınırdan diye tahmin ediyorum. Elevit içmeye devam ediyorum. Kompleks güzel bir vitamin. Ağustos ayında almaya başladığım folik asiti 2 hafta önce bırakmıştım.
Hala yorgunluğum ve uyku isteğim geçmiş değil, hele haftasonları, yani fırsatım varken, sabahları daha geç uyanıyorum ve öğleden sonra mutlaka bir öğle uykusu uyuyorum. Bir süredir geceleri deliksiz uyuyamıyorum yalnız, sürekli uykum bölünüyor. Gecenin 3’ünde 4’ünde uyanıp cin gibi oluyorum, sanki o an kalk işe git deseler gidebileceğim, o denli uykumu almış hissediyorum. Ama tabii, “sabah 6.30’a kadar vaktin var, saçmalama” deyip zorla tekrar uyuyorum. Neyse, alıştırma olacak nasıl olsa bunlar, bölük pörçük uyumaya alışmalıyım.
Cumartesi sabah komik (yoksa traji-komik mi demeliyim?) bir rüya ile uyandım. Rüyamda bebek doğmuş 3 günlük ve ev inanılmaz kalabalık. Hatta öyle ki, Tolga’nın bir arkadaşı bile çocuğuyla birlikte bizde kalıyormuş (ne alakaysa?). Ben uyurken bunlar bir grup insan, Tolga, arkadaşı, hatta sanırım babaanneler filan da, tam hatırlamıyorum şimdi grubu, bebeği de alıp dışarı çıkıyorlar. Bir yerde yemek yiyorlar ve o sırada bebeğin de ağzına 1-2 tane olarak pul biber koyuyorlar. Tabii eve geliyorlar ve bebek çığlık kıyamet ağlıyor. Ben hepsine nasıl çıkışıyorum, nasıl kıyameti koparıyorum, ortalığı resmen birbirine katıyorum, “ 3 günlük bebeğe pul biber verilir miiii, bu nasıl bir manyaklıktııır, hiç mi kafanız çalışmıyooor” diye. Ve de Tolga’nın arkadaşını ve diğerlerini evden kovuyorum. Onlar gidince bebeği alıp bir güzel emziriyorum. Hatta “en son hangisinden vermiştim yaa” diyip hatırlayamayıp her iki göğsümden birden emziriyorum da susuyor yavrucak. Cumartesi günü kızlarla kahvaltıda buluşmuştuk ve bu rüyamı anlatınca hepsi birden “hııı, biz senin nasıl bir anne olacağını anladık, tamam, senin bebeğine yaklaşmayız” dediler :) O kadar manyak bir anne mi olacağım acaba? Ama canım, birisi de bebeğime “aptallık” sonucu zarar vermeye kalkarsa ben ne yapabilirim ki? Elbette o kişiye cehennemi yaşatırım :)
16.haftamızda yine doktor kontrolümüz var. Bakalım yeni haberler ne olacak?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder