Lilypie Fourth Birthday tickers

26 Mayıs 2015 Salı

Blogcuannelerin Blogcu Bebeleri Buluşması - Bir (BBBB-1)

Daha önce Blogcuanne'de eşzamanlı olarak gebelik günlüğü yazan göbekdaşlarımla buluşacağımızı söylemiştim. Çok güzel bir buluşmaydı, rüzgar gibi geçti. Geldik dinlenelim derken önce Ege hasta oldu, sonra bana bulaştırdı, hastalık benim alerjimi tetikledi falan, ben epeyce bir süre toparlanamadım. Bu esnada yazı falan da yazamadım malumunuz. Tabii, şirketin internet kısıtlarının artmış olması ve nedense blogger'a bile girilemiyor olması da bunda büyük bir etken. Çünkü evde pek bilgisayar başına geçemiyorum, işler güçler derken uykum geliyor. İş yerinde öğle aralarında yazabiliyordum, şimdi o da olmuyor :( Neyse n'apalım, mecburen evden daha sık girip yazı yazacağım artık...

Nisan sonunda, yaklaşık 4 ay önce planladığımız büyük buluşmamızı gerçekleştirdik. Elif Gaziantep'li hatırlarsanız, yazın buralar çok sıcak olur, siz en iyisi mi baharda gelin buraya dedi, biz de tamam deyiverdik. Ertesi günü bir de baktık biletleri almışız. Böylece Elif'in evsahipliğinde, ben İzmir'den, kızlar tayfası da İstanbul'dan gelerek buluştuk. Kızlar tayfası, tam tayfa ama, Çiğdem, Nehir Leyla, Deniz ve Güneş. 

Kızlar bıcır bıcır! Kendi çaplarında konuşuyorlar :) Can nasıl sakin nasıl uyumlu bir çocuk! (Maşallah) Bıraktığın yerde duruyor, misal annesi içeri gidip geliyor, Can hala yerinde! Önüne yemeğini veriyor, kendi kendine yiyor bir şekilde. Meyveye çok düşkünmüş, meyve verdin mi, Can'ı unut. Bıraktığın yerde oturup meyvelerini yiyor. Hayran kaldım maşallah diyeyim tekrar ;)

Oğlanlar hem yapı hem kilo olarak daha iriler. Kızlar daha narin. Ee kızlar öyle olur, pek kibarlardı doğrusu :) Birbirlerini pek yabancıladıklarını söyleyemeyeceğim. Tamam hemen anlaşıp da güzel güzel oturup oyun oynamadılar elbette ama bunun için zaten henüz çok küçükler. Henüz sosyalleşmeyi bilmiyorlar. Ama yine de Ege beklediğimden daha iyiydi.

Biz kızlar, anneler yani, sanki kırk yıllık arkadaşız da, sadece bir süredir görüşemiyormuşuz gibiydik. Çok samimi, çok sıcak, çok güzel bir ortamdı. 4 kadın 4 bebek, ortalık curcunaydı ama çok keyifli bir curcunaydı :)

Şimdi biraz neler yaşadık onları yazayım. Gaziantep'e ilk ulaşanlar Ege'yle bizdik. Uçağımız sabahın köründeydi, 6.30'da. Her zamanki gibi, çok tedarikli bir çanta hazırladım Ege için, uçakta yanımıza aldık. Herşey güzel gitti, uçak merdivenlerine kadar Ege'yi pusetinde götürdüm, orda teslim ettik, uçağa girdik. Ege uçağa girince biraz ağladı ama sonra sustu. Yerimiz ortalardaydı, zar zor kucağımda Ege, sırtımda uçak çantamız, ve öbür elimde diğer çantamız (benim ve Ege'nin kıyafetlerinin olduğu çanta) koltuğumuza ulaştığımda beni kötü bir sürpriz bekliyordu! Yerim iki koltuğun ortasıydı ve yanımda oturacak adamlardan biri sakalı göbeğine uzanan, pis, yaşlı ve sanırım tarikat üyesi biriydi! Diğer yanda ise normal bir beyefendi vardı ve gözlerimle ona nasıl baktıysam artık, "acaba rica etsem siz...." dememle adamcağızın kalkıp orta koltuğa hamle etmesi ve "tabii" demesi bir oldu. Ama o sırada durumu farketmiş kahraman Türk hostesi, hem beyefendiyi hem beni işkenceden kurtardı ve bana "daha önde boş yerimiz var, rahat edersiniz, sizi oraya alayım" dedi. O bir süper kahramandı! :) Hemen gösterdiği yere geçtik, şansa bakın ki 3 koltuk da boştu, yani bizimdi! Yayıla yayıla gittik Antep'e.

Bir ara, uçak hafifçe sallandı. Aslında normal sarsıntılar bunlar uçak seyahati için. Ama manyak anne kafam, "Ege yanımda neyse ki" diye sevindi! Deli miyim neyim! Öleceksek birlikte ölelim gibi bir bilinçaltı oluşmuş sanırım bende. Ege bensiz yapamaz, ben onsuz yapamam, düşüncesinden kaynaklandı sanırım. Gerçi -konuyu dağıtıyorum ama- bu bende hamileliğimin son günlerinden beri var olan bir düşünce. O zamanlar "ya doğumda bana bir şey olursa, ya bebeğim annesiz kalırsa, ya doğumdan kurtulursam ama o küçücükken bana başka bir şey olursa ve ölürsem bensiz büyümek zorunda kalırsa, ona kim bakar, onu nasıl büyütür, bir baba bir anne gibi ona bakamaz, ona yetemez, çocuğum eksik büyürse.....vesaire vesaire milyon tane, ister deli saçması deyin, ister mantıklı deyin, bir sürü düşünce dolaşıyordu kafamda. Lohusalığa veremedim, zira hala zaman zaman bu tip düşünceler, kuyrukları birbirine değmeden dolanabiliyor kafamın içinde.


Her neyse...geri dönelim. Gaziantep'e ulaştık, bizi Elif'in eşi aldı. Birbirimizi daha önce, gönderdiğimiz fotoğraflardan o kadar iyi tanıyorduk ki, ben hiç sorun olmadan buluşacağımıza emindim. Ama Elif tabii ki, evden çıkmadan benim ve Ege'nin birkaç fotoğrafını iyice göstermiş eşine :) Neyse yine de ben tanıdım onu ve çabucak buluştuk, eve gittik. Gittiğimizde Can uyuyordu, biz kahvaltımızı ettik, az sohbete başladık Elif'le, olabildiği kadar işte. Ne de olsa Ege yanımızda ve ilgi istiyordu. Neyse sonra Cano da uyandı ve Ege'yle birlikte top vs oynamaya başladılar, ayrı ayrı tabii ki. Bir ara birlikte tabletten baby tv şarkıları izlediler :)

Bizden 2 saat sonra Deniz ve Güneş geldiler. Ortalık hemen kalabalıklaştı ve gürültü başladı :) Bizim kahkahalarımız arttı bebekleri de bir odada tutmak imkansızlaştı tabii. Biri Can'ın odasındaki oyuncaklarla oynamak ister, biri salonu kurcalamak, diğeri küçük odada top oynamak ister.... Biri yere su döktü, öbürü üzerine bastı, diğeri topu öbürünün elinden aldı beriki çığlığı bastı derken.... Çiğdem'ler geldiler. Çiğdem eşi ve üzüm kızıyla geldi, öğle vaktini geçmişti. Ay hadi azıcık oturup soluklansınlar biz de bi toparlanalım yok bebeklerin altını alalım yok üstlerine düzgün bir şeyler giydirelim yaygara kıyamet derken evden çıkabildik. Önce bakırcılar çarşısına gittik. O sırada Ege uyudu pusetinde, sanırım Güneş de uyumuştu. Biz analar da bir güzel gezdik alışveriş bile yaptık. Ben, götürmesi zor olur çanta ağır olmasın diye az şey aldım, bir cezve ve kahve tepsisi. Aslında çok güzel şeyler vardı ama bu kadarı bana yetti.

Sonra tarihi Tahmis kahvesine gidelim, menengiç kahvesi içelim dedik. Aman bir gittik ki, her yer insan! O nasıl bir kalabalık öyle! 23 nisanı herkes mi 4 güne tamamladı da Antep'e geldi yahu! Neyse Tahmis Kahvesi'nde zar zor yer bulundu ama bu sefer de içerde davullu zurnalı (gerçekten!) bir saz ekibi halay türkü neyse artık bağıra çağıra bişeyler söylemekte. Aman Allahım ben buraya Ege'yi sokamam, sokarsam hemen uyanır, uykusunu almadığı ve bu şekilde uyandırıldığı için kendine gelemez, sürekli olarak ağlar bana zindan eder dedim ve ben girmedim kahvenin kapısında beklemeye başladım. O sırada Deniz de arkamızdan yetişti ve o da Güneş için aynı şeyi düşündü biz girmedik. Tabii öyle olunca Elif'in içine sinmedi ve hemen mekan yetkilileriyle konuşup müzik ekibini dışarı çıkarttılar. Öyle olunca girdik içeri kahveleri söyledik. Kahveler geldi, oh oh çok güzel, tam içmeye başladık ki, bizim müzik ekibi yine içeri girmesin mi! Oranın adetiymiş, turistler özellikle isterlermiş, başka insanlar çağırınca onlar da girivermişler. Ama nasıl bir yüksek ses nasıl bir gürültü inanamazsınız! Kendi kendimiz bile konuştuğumuzu duyamıyoruz o derece! Tabii bebeler anında uyandılar ve yaygarayı bastılaaaar! Kaçınılmaz son. Apar topar menengiç kahvelerini içtik dar attık kendimizi dışarı.

Oradan yemek yemek üzere, İmam Çağdaş restoranına gittik. Pek meşhurmuş. Tabii yine çook kalabalıktı. O kadar büyük bir mekan olmasına rağmen oturacak bir boş sandalye olmadığı gibi, bir sürü insan da sırada bekliyordu. Birileri yiyip kalkacak da sıra size gelecek, siz oturacaksınız. Ayaktaki insanlar oturanların lokmalarını sayıyor. Son derece rahatsız edici bir ortam bence. Keşke Elif ve eşinin dediği daha sakin bir restorana gitseymişiz, biz gitmeden oranın methini duyduk diye bizi oraya götürmek zorunda hissettiler kendilerini. Eh akşam yemeği zamanımız biraz mundar oldu bu yüzden. Ege kapalı ve aşırı kalabalık mekana girmek istemedi. Dışarıda gülen, kuşları izleyen, gülücükler saçan, bıcır bıcır konuşan çocuk, içeri soktuğum saniye bağırarak ağlamaya başladı. Çıkardım sustu, soktum ağladı. Birkaç deneme yaptıysam da sonuç değişmedi ve kapıya en yakın masaya oturanların yanına sığışarak (evet resmen, "afiyet olsun ben şuraya oturabilir miyim acaba" diyerek) gruptan ayrı yemek zorunda kaldım. Elif'e whatsapp'tan yazıyorum, siz ne sipariş veriyorsanız bana da ondan söyleyin diye. Üzüm kız da aynı Ege gibi kalabalıktan nefret etti ve asla içerde durmadı. Onun babası da yanımızda olduğundan, bir annesi bir babası sırayla onu dışarda oyalarken diğeri yemeğini grupla aynı masada yiyebildi. Ama ben maalesef 5 dakikada, gelen kebabı hiçbir şey anlamadan mideye indirmiş oldum. Bu sırada telefonumdan baby tv şarkıları açarak Ege'yi sakinleştirmeye çalıştımsa da başarılı olamadım. Acilen kendimizi dışarı attık ve diğerleri de yemeklerini bitirince eve doğru yollandık.

Evde bebeleri doyurduk, yatak işlerini hallettik ve ben yorgun olan Ege'yi uyuttum. 9.30'da Ege uyumuş ve ben salona insanların yanına gitmiştim. Ama Deniz, aşırı yorgunluktan adrenalini tavan yaptığı için uyumayı reddeden Güneş'i uyutmaya çalışmakla meşguldü. Üzüm kızın ise zaten düzeni bozulmuştu ve akşam restorandan dönerken uyuduğu için cin gibiydi. Cano bir öyle bir böyle dolaşırken sonunda Elif de onu uyuttu. Bu saatlerde ne konuştuğumuzdan, ne yediğimizden ne yaptığımızdan, hiçbir şey anlamadık! Saat 11 olunca Çiğdem'ler (eşiyle geldiği için otelde kalmak istemişlerdi) gittiler. Bebeler de uyuyor olduğu için Elif, Deniz ben kaldık ve biraz meyve eşliğinde, uykudan kapanan gözlerimizi zorla açık tutarak sohbet ettik yaklaşık 1 saat daha. Sonra da daha fazla direnemeyeceğimizi kabullenerek biz de yattık.

Ertesi gün, Elif'in sonradan çıkan ama katılması mecburi bir iş toplantısı vardı. O erkenden oraya gitti, bizi eşi devraldı. Evde çocuklara kahvaltı yaptırdıktan sonra Çiğdemlerle ve Elif'in ailesiyle buluştuk ve Antep'in meşhur bir kahvaltı yiyeceği olan etli çorba (adını unuttum?) yemeye gittik. Gerçekten çok güzeldi. Arabayla gideceğimiz yere ulaştıktan sonra ben Ege'yi pusetinde beş dakika gezdirdim ve böylece uyuttum. Ben de rahatça yiyebildim bu sayede. Oradan sonra hayvanat bahçesine gittik. Hayvanları yakından göremediği ve hayvanlar çok hareketsiz oldukları için Ege pek sevmedi. Ben de mümkün olduğunca ona seveceği kuş türünden hayvan göstermeye çalıştım. O zaman heyecanlandı.

Sonrasında epey acıktığımız içi meşhur bir ciğerciye gittik. Elif de bize burada katıldı. Ciğeri çok severim zaten ama Antep'in de her türlü kebabı meşhur. Yemeden dönmek olur mu? Olmaz. Yediğim en güzel ciğerdi. Burası açık hava bahçesi olan ve nispeten sakin bir yer olduğu için çocuklar da rahat durdular. Üstelik her bebek için mama sandalyeleri de vardı (artı puan). Tek bir negatif yönü vardı ki, acısız hiçbir şeyleri yoktu. Çocuklar için mercimek çorbası sipariş ettik, sos yağ koymayın dedik, buna rağmen acı geldi. Öyle pişiriyorlarmış meğer. Tabii bebeler yiyemedi, Ege sadece bir kase yoğurt yiyerek tamamladı öğününü. Nehir (üzüm kız) Elif'in babasının süper taktikleriyle epey kebap yedi, Can'ın zaten etle hiç sorunu yokmuş severek güzel güzel yedi çocuk. Güneş de Ege misali, pek bir şey yemedi.

Yemekten sonra Ege'yle benim uçak saatimiz geldiği için, hepsini teker teker öpüp veda ettik onlara ve biz önce baklava almaya sonra da havaalanına doğru yola çıktık. Sahiden çok güzel baklava yapıyorlar adamlar yahu! Benim gibi bir baklava-sevmez-insan bile, bayılarak yedim valla.

Sağolsun Elif'in eşi bize şoförlük de yapmış oldu, her türlü yardımımıza koştu. Çok çok güzel ama bir o kadar kısa bir buluşmaydı. Tadı damağımızda kalarak, içimiz burkularak ayrıldık birbirimizden. Keşke aynı şehirde otursaymışız dedik durduk. Umarım en kısa zamanda bir daha buluşuruz. Şimdiden özledim. Hem Ege'nin de "doğmadan önceden beri" arkadaşları olmasını isterim, hepsi için çok güzel olur.

Elif'cim, okuyorsan, son söz sana. İyi ki bizi davet ettin, buluştuk kaynaştık ne güzel oldu. Eline emeğine sağlık, çok güzel ağırladın bizi, herşey için tekrar teşekkürler. En kısa zamanda tekrar görüşmek üzereee! :) Arada böyle heyecanlar, böyle yorgunluklar yaşamak lazım ;)

5 yorum:

  1. Ne güzel şey böyle dostluklar kurabilmek...Daim olsun inşallah :)

    YanıtlaSil
  2. Harika bir buluşma olmuş :) cıvıl cıvıl..
    http://loveandsmile.wordpress.com/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet sorma :) İzmir'e yolunuz düşerse sizinle de bi cıvıldaşalım ne dersin? ;)

      Sil
  3. Pelinimmmm :)

    Biraz geç oldu ancak yazabiliyorum.
    Ben geldiğin için çok teşekkür ederim. Öyle tatlıydınız ki. Ben telaşımdan hiçbirşey anlamamışım. Üstüne bir de tam 1 buçuk ay süren bi koşturmam vardı neyse ki bugün gidiyorlar. Oturup düşündüğümde çok komik çok güzel anlar biriktirğimizi fark ettim. Fotoğraflara tekrar baktım. Daha fazlasını yapabilseydim keşke.. Yine de kendimizi Ege' deki buluşmaya saklıyoruz. Biraz daha büyümüş olacaklar.
    O acılı etli çorbanın adı beyran ' dı :))) sizin zeytinyağlılarınıza benzemese de :)

    Kalemine düşüncene sağlık. Kuşçu Egoşumuzu ve seni öpüyorum, kucaklıyorum..

    Sevgiler şehrimizden..

    YanıtlaSil