Bu sene, Ege artık bebeklikten çıktığı ve çocuk olduğu için, daha çok onu oyalayabilecek aktivitelerin bulunduğu, ama aynı zamanda hala bir bebek olduğu için de uyku, yemek, düzen gibi belli ihtiyaçlarında özel ihtimama gereksinim duyduğu için, ona göre bir otel seçmek istedim. Biz eskiden karı koca küçük pansiyonları tercih eder, hatta gitmeden yer ayarlamaz, spontane yaşardık tatili. Ama bebekle gidiyorsanız böyle olmuyor tabii, pek çok şeyi önceden düşünüp hesaba katmanız gerekiyor.
Mesela gittiğiniz otelde bebekleri nasıl karşılıyorlar, bebek misafir istiyorlar mı yoksa diğer müşterilerin (belki de bebeksiz olmaları sebebiyle) bebek ağlamasına tahammülleri sıfır mı gibi bilmeniz gereken şeyler var. Eğer bebek misafirlerinden rahatsız olmayan bir otel bulabildiyseniz tamam, şimdi ikinci aşamaya geçebilirsiniz. Bu aşamada yanınıza ne kadar ve hangi eşyaları almanız gerekecek, onu öğrenmeniz gerekiyor. Her ne kadar çoğunun internet sitesinde bu tip bilgiler yazıyor olsa da ben güncelliğine güvenmeyip bir de sözlü olarak mutlaka arayıp teyit istiyorum. Geri kafalı mıyım? Belki evet ama olsun içim rahat ediyor.
En önemli soru, bebek yatağı veriyorlar mı? Yanınızda onca eşyayla tatile çıkarken bir de bebek yatağınızı (park yatak da olsa, az da yer kaplasa) taşımak istemezsiniz. Çok gitmek istediğiniz bir yer var ve mecbur yatağı taşımanız gerekiyorsa tabii ki ama ben zaten deli gibi eşyayı (yani valizlerimizi :) ) bagaja ancak sığdırabiliyorum ve bir de bebek yatağını yük etmek istemiyorum.
Bizim için ikinci en önemli soru da mama sandalyesi olup olmadığı. Çünkü Ege mama sandalyesine kilitlenmeden :) yani sabitlenmeden kesinlikle yemiyor. Çünkü o kadar hareketli ki, ilgisini çok fazla şey çektiği için hepsine birden koşturmak istiyor ve çok aç olsa bile sürekli bir o tarafa bir bu tarafa koşturmak istiyor. Ya lokmasını yutmayı unutuyor, ya yutunca yeni lokma almayı. Bu sebeple onu sandalyede sabit tutup orada oyalamamız ve yemeğini yemesini sağlamamız gerekiyor. Normal bizim sandalyelerde zaten hiç oturtamıyoruz, hep kıpır kıpır.
|
Assos Hotel Kanara sahilden görünüm |
Ben bir de, gittiğimiz yerin kendi plajı var mı, denizi nasıl, her daim dalgalı mı yoksa sakin mi, hızla mı derinleşiyor yoksa sığ mı seyrediyor onu bilmek istiyorum açıkçası. Bu, herkes için elzem bir şey olmayabilir, umursamıyor olabilirsiniz. Ama ben, çok dalgalı denizde Ege’yi serbest bırakamayacağımı düşündüğüm için önemsiyorum. Çünkü çocuğu serbest bırakayım, kendi kendine gönlünce koşsun, girsin-çıksın istiyorum. Ayrıca kendi plajı olan otelde, arabayla gitme ya da uzun mesafe yürüme olayı olmayacağı için, bir eşya lazım olduğunda kolayca odaya gidip gelme lüksünüz oluyor, daha rahat oluyor.
Bu kriterlere göre, aradığım otel “çocuk dostu otel” kategorisinde değerlendirilen otellerden biriydi. Elbette ki google amcaya sordum ben de. Karşıma sürekli beş yıldızlı, herşey dahil otelleri çıkarıp durdu kendisi. Ama biz karı-koca o tarz herşey dahil, lüks otelleri sevmiyoruz. Hiçbir zaman gitmedim/tercih etmedim öyle otelleri. Hep butik otel veya küçük aile işletmesi olan pansiyonlar tercihim oldu. Kimileri büyük otelleri daha konforlu buluyor olabilir ama ben sahibini tanıyabildiğiniz, gerektiğinde size özel bir şey rica edebildiğiniz, az sayıdaki misafirlerle selamlaşabildiğiniz hatta iki çift laf edebildiğiniz, aşçısıyla garsonuyla sohbet edebildiğiniz küçük yerleri daha samimi buluyorum ve daha keyif alıyorum oralardan. Bu yüzden beş yıldızlı o seri otelleri direk eledim ve kuzeye gitmek istediğimiz için de karşıma çıkan bir oteli beğendim ve eşime de göstererek burada karar kıldık.
|
Hotel Kanara'nın güzellikleri |
Gittiğimiz otel, Assos’ta, Hotel Kanara isminde, tamamen çocuk/bebek misafirleri mutlu etmek amacıyla kurulmuş, annelerin aklındaki tüm hassasiyetler gözetilerek işletilen küçük bir otel. Sahipleri, karı-koca yıllar öncesinde kendileri inşa etmişler otellerini ve kendi çocuklarını nasıl yetiştirmek istiyorlarsa konuklarının çocukları için de aynı şeyleri düşünerek özenle oluşturmuşlar. Mesela kendi tarlaları var ve sebzeleri orada kendileri yetiştiriyorlar. Bir sürü meyve ağaçları var. Bunları ilaçsız yetiştirdiklerini söylüyorlar, tabii ben sertifika falan sorgulamadım organik mi diye ama öyle diyorlarsa öyledir herhalde, değilse de n’apalım. Tüm misafirlere, daha girişte “lütfen ağaçlardan meyve koparıp yiyin, bakın şurdakiler çok güzel” vesaire diye samimi tekliflerde bulunuyorlar. Biz tabii erken mevsimde gittiğimiz için henüz pek çok meyve olgunlaşmamıştı, şeftaliler henüz hamdı ama eriklerinden koparıp yedik valla pek güzeldi. İsterseniz tarlaya girip domates salatalık artık ne varsa koparıp yiyebiliyormuşsunuz ama dediğim gibi henüz olgunlaşmamışlardı biz varken.
Etraf mis gibi binbir çeşit çiçek doluydu. Her yerde zeytin ağaçları vardı. Kahvaltıda yediğimiz zeytinler bu ağaçlardan, salatada yemeklerde kullanılan zeytinyağı bu ağaçlardandı. Çok lezizdi. Zaten oteli inşa ederken hiçbir ağacı kesmemeye özen göstermişler. Düzenli düzensiz her yerde zeytin ağaçları görüyorsunuz bu yüzden. Hatta otelin girişinde “otopark” alanı var güya, zeytinlik mi otopark mı belli değil :) Zira zeytin ağaçlarının altında bulduğunuz yere gelişigüzel park ediyorsunuz. Nereyi bulursanız artık, kısmet :)
|
Bahçede akşamüstü |
Daha düzenli anlatayım, faydalı olması açısından. Odalardan başlayalım; standart, büyük ve süit diye 3 tipte odaları var. Büyük oda nasıl bilmiyorum, süit oda dedikleri apart otel mantığında, içiçe 2 odadan oluşuyormuş. Daha kalabalık aileler için olabilir ya da biz oradayken 2 çocuklu ve bakıcılarıyla birlikte gelmiş olan bir aile vardı, onlar süitte kalıyorlardı mesela. Hani anane-babane veya bakıcınızı da alıp gidiyorsanız, tercih edebilirsiniz, rahat olur. Biz standart odada kaldık. Eşimin kızı da bizimleydi dolayısıyla 3 yatak artı bebek yatağı odaya rahatça sığdığı gibi dönüp dolaşacak yer de kalmıştı. Ha öyle çok çok geniş değildi ama gerek de olmadı zaten. Bizi zorlamadı, konforumuzu bozmadı. Banyosu duşakabini güzeldi, sanırım güneş enerjisi kullanıyorlar, musluklardan sıcak su akıyordu. İyi oldu çünkü soğuk denizden sonra Ege’yi ılık/sıcak suyla yıkadım hep. Tüm bebekli ailelere giriş katından düz ayak odalar veriliyor ki pusetle girip çıkmak kolay olsun. İkinci katlar sanırım daha büyük çocuğu olan ailelere tahsis ediliyor.
|
Balkon manzaramız |
Balkon manzaraları orta bahçeye/alana bakıyor yani çoğu zeytin ağaçlarından oluşan yemyeşil iç açıcı bir manzaranız oluyor. Ağaç dallarına asılmış kağıt fenerlerle aydınlanma sağlanmış, güçlü beyaz ışık kullanmamışlar ne mutlu ki.
|
Hotel Kanara bahçe |
Bahçeye geçelim o halde. Çoğunluğunu zeytin ağaçlarının oluşturduğu bir meyve bahçesi diyebiliriz aslında. Şeftaliden eriğe, iğdeden duta incire pek çok ağacın olduğu bir bahçe. Neredeyse tüm ağaçlarda bir hamak. Her iki hamağın yanına bir başka ağaca asılmış bebek hamakları. Yani siz hamağınızda uzanıp dinlenirken veya güneşlenirken bebeğiniz de bebek hamağında hafifçe sallanarak uyuyabilir. Açık havada, bol oksijende. Oh ne güzel :) Gerçi Ege hiç yatmadı hamakta, biraz sallandı ve korktu ama hamağa alışkın bebekler için mis.
|
Mini hayvanat bahçesi |
Otelin nispeten uzak bir köşesine hayvanlar için bir alan kurulmuş. Geceleri veya sabah erkenden çok bağırdıkları için konukları rahatsız etmesinler diye biraz uzağa kondurmuşlar. Fakat bebeklerin rahatça sevip besleyebilmeleri için, hamakların olduğu orta alana, tel örgü ile küçük bir alan çevirmişler ve gündüz orda minicik bir keçi duruyor. Ege de besledi minik oğlağımızı ben de besledim, çok keyifli onun yumuşacık beyaz tüylerini okşamak, insana huzur veriyor. Ama akşamları diğer hayvancıkların yanına gidiyor o da, çünkü cidden çok geveze! :) Diğer hayvanlar da değişik türlerde tavuklar horozlar kuşlar, tavus kuşları, irili ufaklı köpekler, tavşanlar vs. Ege her sabah kahvaltıdan önceki vaktini orada hayvanlarla geçirdi ve çok mutlu oldu.
|
Çocuk oyun klübü'ndeki gemide oynarken |
Çocuk oyun alanı, denizle bu bahçenin arasında kurulmuş. Küçük ahşap bir gemi inşa etmişler, bir ucuna da kaydırak kondurmuşlar. Geminin üstünde dümeni var, Ege o dümeni döndürmeye bayıldı çoğu vaktini dümende geçirdi. Salıncaklar ve tahterevalli de vardı ama onlarla çok ilgilenmedi. Ayrıca minik yarı kapalı bir odası vardı, içinde televizyon da olan. Ama hiçbir çocuk televizyona ilgi göstermedi neyse ki. E o kadar güzel oyun/oyuncak varken ne yapsınlar televizyonu değil mi? Odada çeşitli oyuncaklar ve masada boya kalemleri vardı. Çocuklar az sallanıyorlar mesela, koşup gelip 2 dakika boyama yapıp sonra kaydırağa koşup sonra tekrar gelip iki çiziktirip tekrar salıncaklara koşuyorlardı. Pek hareketli pek mutlu pek şirin bir ortam vardı. Ortalıkta sürekli koşuşturan 1-4 yaş arası çocuk, ve 2 metre öteden onları takip eden anne ya da babalar. Herkes birbirini “bilmemkimin annesi/babası” diye tanıyordu. O kadar insanla sohbet ettim, bak kimsenin ismini öğrenmemişim görüyor musunuz! Kimse de benimkini sormadı :) Orada adım Ege’nin annesi idi. E bir zaman sonra öyle oluyor artık n’apalım, bunu kabulleneceğiz.
Çocuk oyun alanının etrafında, biraz daha büyük çocuklar için düzenlenmiş oyun alanları vardı. Mesela masa tenisi, langırt, büyük salıncaklar gibi. Ege’nin ablası da buralarda takıldı. Ayrıca her akşam, armut minderler düzenleniyor ve açık hava sineması kuruluyor. Sinemada ne mi oynuyor? Elbette ki çizgi filmler! Babası Ege’yi uyuturken, Nisan’la ben de Buz Devri’ni izledik bir akşam.
|
Hotel Kanara denizi |
Denizi soğuk. Açık söylüyorum, cidden soğuk. Ama kuzey işte. Kuzeyin zaten soğuk olacağını bile bile gittik. Bir de şansımıza tüm ülkede, İzmir’de bile deli gibi yağmurun yağdığı, serin havaların seyrettiği bir zamanda Assos’ta olunca, soğuk su kaçınılmaz oldu. Ağustos’ta gitseydik çok daha sıcak olurdu eminim. Girerken zorlandıysak da bir kere girince alışılıyor ve rahatça yüzebiliyorsunuz. Zira deniz inanılmaz güzel. Birden derinleşmiyor ama git git dizinde denilebilecek kadar sığ da değil. Tam karar. Çoğunlukla dümdüz, çarşaf gibi bir denizi oluyor çünkü koy. Ama inanılmaz temiz, çok berrak. Plajı kum değil, küçük taşlı diyebiliriz, çakıl gibi. Altın gibi kum sevenlere göre değil ama bana iyi geldi çünkü kumun her yerime yapışıp yıkasam da çıkmamasına sinir oluyorum. Hele Ege’nin o kumu küreğiyle savurup saçının dibinden poposunun içine kadar yapıştırmayı becerme kapasitesi sebebiyle taşlı olması hoşuma gitti. Ege de sürekli “taşı al, denize at” oyununu oynadı bayılarak. Bu şekilde saatlerini harcadı diyebilirim. Hem böyle olmasının bir iyi yanı daha, hani artık her yerde duyup görüyoruz ya “duyu odaları” diye. Alın işte size bedava duyu odası! Ayakları çeşitli büyüklüklerde taşa-kuma bastı, orada yürümek için dengesini geliştirdi (bu arada çokça da düştü, özellikle denizin içinde hop suya oturuverdi), elleriyle çeşitli büyüklük ve şekillerde taşları elledi kaldırdı fırlatmayı öğrendi. Yosunlara dokundu.
|
Ortada görülen çevrili alan çocuk denizi |
Otel küçük bir koya kurulduğu için kafanızı iki yana çevirdiğinizde başını sonunu görebiliyorsunuz. Bu da biraz daha büyük çocukları rahatça salabileceğiniz anlamına geliyor bence. Çünkü çocukların uzaklaşabilecekleri bir yer yok. Ne kadar gitse de gözünüzün önünde oluyor. Bu açıdan çok avantajlı bence. Hem çocuğu sıkmadan takibiniz altında tutabilirsiniz, hem de çocuk, tepesinde kimse olmadan rahatça oynayabilirken siz ayaklarınızı uzatıp şezlongunuzda güneşlenebilirsiniz. Ha bu arada, şezlongların üzerinde size gölge sağlayan saçma şemsiyeler değil, iğde ağaçları. Tam sevdiğim gibi :)
Ha unutuyordum, bir de çocuk denizi var! Genelde herkes çocuğunu çocuk havuzuna bırakır ya, derin olmadığı için içi rahat eder. Aynı şekilde insanların içi rahat etsin diye denizin içinde bir alanı, dalgakıran mantığında kapatmışlar, en derin yeri Ege’nin boynuna falan geliyordu (zaten Ege oralara kadar gitmedi). Ama duvarın aralarında küçücük boşluklar bırakmışlar ki buradan da temiz deniz suyunun girip çıkması gerçekleşiyor böylece doğal devir-daim oluyor, su sürekli denizle aynı temizlikte oluyor. Bu mantığa bayıldım, saldık Ege’yi kendi kendine orada oynadı.
|
Kapının arka kısmında çocuk oyun alanı görülüyor,
sağdaki kabin ise bebek bakım kabini |
Plajda çöp sepetleri bile geri dönüşüme özen gösterilerek renklerine göre ayrılmış. Giyinme kabini yanında ayrıca “bebek bakım kabini” var. Emzirmek veya alt değişimi için isteyenler kullanabiliyor. Ama şart değil, zaten herkes bebekli olduğu için kimse kimsenin emzirmesinden veya bebeğinin altını değiştirmesinden rahatsız olmuyor.
Restoran U şeklinde, denize nazır bir kısmı var ki biz hep orada yedik. Kapalı bir alanı var, soğuk ve rüzgarlı havalar için. Bir de oyun parkına bakan bir kısmı var. Çoğu aile orada yemeyi tercih etti, çocukların bazıları kalkmadan (ve parka gitmek için tutturmadan) oturup yediler yemeklerini, bir kısmı ise yemeği parkta salıncakta yiyordu zaten. Ama Ege parkı gördüğü anda yemeği unuttuğu için ben o tarafta yemeyi tercih etmedim.
Masa sayısı kadar mama sandalyesi vardı çok güzeldi. Her masada sandalyelerin yanına bir de mama sandalyesi koymuşlar çok hoş. Ay sandalye kaldı mı kalmadı mı sabah erken gidelim kapalım gibi endişelerimiz olmadı (geçen seneki tatilde sayı kısıtlı olduğu için geç gidince Ege’ye sandalye kalmıyordu da).
Yemekler neredeyse tuzsuza yakındı. Bir yaş altı bebeklerin de rahatça yiyebileceği gibiydi yani. Sadece zeytinyağı kullanıyorlarmış. Hem öğlen hem akşam mutlaka bir çorba vardı. Kahvaltıda çok çeşitli yumurtalar hazır ediyorlardı, bebeklerin hangisi nasıl yemek istiyorsa diye. Yemekleri güzeldi ama özellikle kahvaltı çok başarılıydı bayıldık! 8-10 çeşit reçel vardı ve hepsini otel sahibesi Semahat Hanım kendi yapıyormuş. Ege özellikle incir reçeline bayıldı her sabah yedi. Bütün peynirlerini kendileri yapıyorlarmış, dilerseniz eve götürmek için satın alabiliyorsunuz. Hem petekli bal hem süzme bal vardı, Ege petekli baldan hoşlanmadı taneler ağzına geldiği için sanırım, ama tadı çok güzeldi ben sevdim. Her sabah başka bir sürpriz vardı, bir sabah pişi (İzmir deyişiyle pişi, Orta Anadolu deyişiyle mayalı, hatta Tatarca’sını bile biliyorum gıygaşa) bir başka sabah mini mini krepler, kekler, poğaçalar, hepsini sıcak sıcak midelere indirdik.
Bütün garsonlar çok güler yüzlü sevecen insanlardı, hepsi de bebeklere alışkın, onların dilinden konuşmayı bilen, en azından masaya geldiklerinde bi gülücük atan, göz kırpan, bir şey kırılıp döküldüğünde homurdanmayı bırak, “aa ne demek efendim, olur böyle, hemen temizleyim çocuğa gelmesin” tarzında yaklaşan insanlardı. Kimse çocuk çığlığından, bağırma veya ağlamasından rahatsız olmuyordu. Sürekli garsonların ayak altında koşuşan çocuk vardı ve kimse of demiyordu. Tersi durumları da çok görünce, bunlar haber değeri kazanıyor sanki.
Gelelim fiyatlara. Fiyatlar beş yıldızlı ortalama bir otel fiyatı civarında. Yani biraz pahalı sayılabilir. Ama güzel ve çocuklar açısından rahat ve mutlu bir tatil yapınca değer diyorsunuz. Daha çok araştırsaydık belki aynı fiyata daha iyisini ya da aynı ayarda bir oteli daha uygun fiyata da bulabilirdik bilemiyorum. Kısa zamanda bunu bulduk ve ben memnun kaldım açıkçası. Eşim, ‘daha konforlusunu aynı fiyata bulabilirdik’ düşüncesinde :)
Neticede bebekle gidilebilecek en güzel yerlerden birine gittik ve her açıdan çok da rahat ettik. Kuzey Ege severlere tavsiye edebilirim. Diğer tatil notlarımızı da anlatmaya devam edeceğim.
ben çok beğendim bu oteli. o tarafa plan yapacak olursak listemde ilk sıraya aldım. "duyu odası" tanımına bayıldım!!! ha haaa ;) ;) ne o öyle duyu odası, uzay üssü gibi. çık doğaya keşfet, hayret bişi.
YanıtlaSilbizim de otel tercihimiz sizinki gibi, 5 yıldız herşey dahil kaydıraklı-maydıraklı oteller asla bize göre değil. bir de rezervasyonlarımızı yaptık bakalım, çocuk dostu denilen cinsten küçük otellere. neyle karşılacağımızı bilmiyorum, umarım değer gidilen yola, Datça ve Bodrum dedik çünkü. çok uzak.
Size de iyi tatiller Gülin'cim. Ben Datça-Bodrum'u da çok seviyorum ama bizim bey, kalabalıkta nefret ettiği için bu mevsimde gitmek istemiyor. O yüzden bu mevsimde kuzeyi tercih ediyoruz, eylül-ekim gibi biz de belki Bodrum'a kaçarız birkaç günlüğüne kimbilir?
Sil